HAYRA ANAHTAR ŞERRE KİLİT OLMAK
**Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).1**
İyilik ve kötülük insanın yaratılışında var olan iki duygudur. Kişi kendi tercihleri doğrultusunda ya iyiliği seçer iyilerden olur, ya da kötülüğü seçer kötülerden olur. Bu tercihleri neticesinde ya cennete ya da cehenneme gider. Böylece hiç kimsenin gideceği yer konusunda bir mazereti olamaz.
İnsan bulunduğu yer itibari ile bu iki duygudan (iyilik ve kötülük) birisi ile karşı karşıyadır. Bu durum sadece kendisi ile sınırlı değildir. Aynı zamanda etkileşim halinde olduğu insanlarda bu iki duygunun oluşturduğu çevreden ibarettir. Kişinin sosyal çevresi onu, o da sosyal çevresini belirler. Yaratılışı gereği zıtlıklar bir arada bulunamaz. Anlık bir araya gelse de çok kısa bir zamanda tekrar ayrışırlar. Bu eşya ve nesneler için geçerli iken insan da bu durum biraz daha farklıdır. Duygular etkileşim halinde olduklarından dolayı değişkendirler. İyi olabiliriz fakat iyi kalabilmek için çevremizde bulunan iyi insan sayısını artırmak durumundayız.
Peygamber as arkadaşlarını buna teşvik etmiş hatta bazı misallerle bizler için ne denli önem arz ettiğine dikkat çekmiştir.
“Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır.”2
“İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Başkalarını sapıklığa çağıran kimseye de, kendisine uyanların günahı gibi günah verilir. Ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”3
Yukarıda verilen hadislerden de anlıyoruz ki sebep olmak ile yapmak aynı şeydir. Neye aracılık ediyorsak yaşadığımız ya da bizi bekleyen de odur. Peygamber’e as ilk iman eden Kur’an nesli (ashab) almış oldukları nebevi terbiyeden ötürü bu meseleyi çok önemsemişler ve hayatlarının geri kalan kısmında hayra vesile olmak için canla başla mücadele etmişlerdir. Bugün Kur’an nesli diye bir grup topluluktan bahsedebiliyorsak ‘hayra vesile olmak’ emrini ve tavsiyesini çok iyi yerine getirdikleri içindir.
Bir insan düşünün ki o kişi çok zengin, içinde bulunduğu toplulukta parmakla gösteriliyor, giyindiği kıyafetleri, süründüğü kokuları ilk defa insanlar onda görüyorlar. Eşine rastlanmayacak kadar yakışıklı, ailesi tarafından çok sevilen, çevresi tarafından değer verilen, her istediğini alan, istediği her şeyi elde edebilen birisi. Bir gün kulağına bir haber geliyor. Muhammed ismiyle bilinen kişi tarafından bir davet, bir çağrı var. İnsanlara kurtuluş vaat eden, onlara cennete gidecek yolu gösteren, onları içlerinde bulundukları zulümden, adaletsizlikten, ahlaksızlıktan, içkiden, kumardan kurtaracak bir çözüm reçetesi sunuyor. Üstelik bunları hiçbir karşılık beklemeden sırf Allah emretti diye yapıyor. Başta özelliklerini saydığımız o kişi hemen bu davete icabet ediyor. İşte o kişi Mus’ab b. Umeyr’dir.
Bu kabulleniş ona sahip olduğu bütün imkânları terk etmesine sebep olacaktı ama olsun, değil mi ki bu işin sonunda cennet vardı, öyleyse ne yaparsa yapsın değerdi. Mus’ab da öyle yaptı. Bir an olsun tereddüt etmedi. Hiçbir zaman pişman olmadı. Keşke girmeseydim bu yola, başıma gelmeyen kalmadı üstelik ailem beni servetlerinden mahrum bıraktı diye düşünmedi. Mus’ab b. Umeyr’in hikâyesi burada bitmedi. Başka insanların da bu güzellikten haberi olmalıydı. Başkalarının da cennete gidecek bu yolu bilmeye hakları vardı. Kendisi kurtuluş reçetesine kavuşmuştu artık sıra başkalarına da bu reçeteyi ulaştırmaktı. Hemen ‘âlemlere rahmet olarak gönderilen’ hocası tarafından görevlendirildi. Fakat bu görev için doğup büyüdüğü şehri, ailesini, akrabalarını terk etmesi gerekiyordu. İki tercih arasında kalmadı. Hiç düşünmeden bu görevi kabul etti.
Çünkü işin sonunda cennet vardı. Hayra vesile olmak! İnsanları cennete taşımak! İnsanın kendisi ile birlikte çevresini ya cennete ya da cehenneme taşıdığını çok iyi anlamıştı. Adı Yesrib olan bir vadiyi, Medine olma yolunda ilk tohumu atan Mus’ab b. Umeyr’dir. Onun vesilesiyle onlarca hatta yüzlerce insan İslam ile şereflenmiş, cennete giden yola girmiştir. Nihayet Uhud savaşında şehid olarak bu yolu tamamlamıştır. Şimdi kim çıkıp da Mus’ab b. Umeyr’in kaybettikleri kazandıklarından çok diyebilir?
Yıllar sonra hicretin yedinci yılında, Yahudilerin toplandığı ve yıkılmaz dedikleri Hayber kalesi önünde aynı örnekliği görüyoruz.
Ebü’l-Abbâs Sehl İbn Sa’d es-Sâidî radiyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Hayber Gazvesi gününde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yarın sancağı, Allah’ın kendisinin eliyle fethi nasip edeceği, Allah’ı ve Resûlü’nü seven, Allah’ın ve Resûlü’nün de kendisini sevdiği bir kişiye vereceğim.”
Gazveye iştirak edenler, sancağın aralarından kime verileceğini düşünüp konuşarak geceyi geçirdiler. Sabah olunca, sancağın kendisine verileceği ümidi ile bütün sahâbîler Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzuruna koştular. Peygamber Efendimiz:
– “Ali İbni Ebû Tâlib nerede?” diye sordu. Sahâbîler:
– Ey Allah’ın Resûlü! O gözlerinden rahatsız, dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz:
– “Ona haber verecek birini gönderiniz” buyurdular. Ali derhal getirildi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun gözlerini tükürüğüyle tedavi ederek kendisine dua etti. O kadar ki, hiç ağrısı yokmuş gibi oldu. Peygamber as sancağı ona verdi. Ali:
– Ya Resûlallah! Onlar da bizim gibi mü’min oluncaya kadar mı savaşacağım? dedi. Resûl-i Ekrem:
“Acele etmeden, gayet sakin bir şekilde onların yanına var, kendilerini İslâm’a davet et, uymaları gereken ilâhî yükümlülükleri kendilerine haber ver. Allah’a yemin ederim ki, senin vasıtanla Allah’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır” buyurdu.4 Bir kişinin hidayetine vesile olana verilen bu müjde bugün bizler içinde geçerlidir. İfadeye dikkat edin! Allah’ı ve Rasulünü seven, Allah’ın ve Rasulünün de onu sevdiği! Böyle bir övgüyü hak eden kişiye yapılan ilk tavsiye, senin elinle bir kişinin hidayet bulması kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır. Başka bir rivayette ‘dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır’ buyuruyor.
**Bu tavsiye bize ne öğretiyor?**
Sözün başında ifade ettiğimiz gibi iyilik ve kötülük her insanın fıtratında vardır. Fakat iyi olmak/kalmak için iyilerin sayısını artırmak ve bu uğurda canla başla çalışmak zorundayız. Pasif iyi, aktif kötü ile aynıdır. İslam da bencilliğe yer yoktur. İman bize, biz olmayı öğretir. Ancak bu şekilde iyi kalabiliriz. Çünkü iyi bir insan olmanın/kalmanın sonunda cennet var!